Yaklaşık iki aydır haftada üç gün pazar geziyorum. Salı günü Kadıköy pazarı, perşembe günü Çatalca pazarı ve cumartesi günü olmazsa olmazımız Feriköy Organik Pazarı.
Kadıköy pazarına sabah 9 gibi giriş yapıyoruz. Çok da kalabalık olmayan, genellikle hâl ürünleriyle dolup taşan bu halk pazarının bize kattığı önemli insanlar var. Mert ve arkadaşı bu insanlardan. Ekolojik tarım yapıyorlar, başkaları gibi yaptıklarını sanmıyorlar. Verdikleri savaş onları da yoracak mı günün sonunda bilmiyorum ama umarım çevrelerine bir nebze ışık saçar bu insanlar. Çünkü anlattıkları bile bilinçleri aydınlatmaya yeter aslında bazıları için. Yaşadıkları zorlukları anlatırken çay ısmarlamayı da unutmuyorlar tabi. Sağ elde küçük taburenin üzerine bantlanmış koca bir çaydanlık, sol elde ise karton bardaklarla dolu yuvarlak bir tepsi. Uzun zamandır (belki 8-9 sene) pazara gelmediğim için tuhaf gelmişti bu görüntü. Seyyar çorbacı bile var bu pazarda.
Çatalca pazarında 12 yıldır kendisinden kabak aldığımız Özgür Abi’nin yanına götürdü Tangör Abi beni. Tanıştık. Deveci armudundan kesip ikram etti. Haftaya daha sulu olacağını vurgulayarak ikram etmişti fakat ona rağmen hayatımda yediğim en lezzetli armuttu. Peşi sıra bir poşete arapkızı elma, ekmek ayvası ve tabi o harikulade armudundan da birer ikişer koyup eve götürmemiz için ısrar etti. Sağolsun. Biz de geri çevirmedik. Kabağı da aynı ballıkta. Ne kadar çiğ alınırsa o kadar renk alacağını da Özgür Abi’den öğrendim. Pek sever zaten kabakları anlatmayı. Bizi ne zaman yakalasa anlatıp durur.
Çatalca’da insanlar şehirle birlikte gürültüye ve yabancılığa da uzak tabi. Herkes birbirini tanır, nerden ne alınacağını bilerek alışverişini yapar. 13 lira tutuyorsa alınanlar, “10 ver yeter” denir. Ah mesela bir teyzeden karnabahar aldık. “Kızım, bu hafta çok verdi o yüzden tanesini 10 lira yaptım” dedi üç tanesini poşetlerken. Emine Teyze’miz var bir de ürettiği domatesleri aldığımız. Emine Teyze’nin yan tezgâhındaki çocuklar her hafta İbrahim Tatlıses eşliğinde patates ve soğanları inci gibi dizerken tam bir şölen oluşturduklarının farkında olmuyorlar. Biz farkına vardık :
Gelelim Feriköy pazarına…
Sabahın 7’sinde geldiğimiz bu pazar tıklım tıklım karşılıyor her seferinde bizi. 6’da nasıl olduğunu merak ediyoruz ama her hafta üşenip erteliyoruz saati. Buradaki yogi kitle kendini belli ediyor hemen. Surya namaskar ile güne başlayıp kahvelerini içer içmez kendilerini pazara atanlar dolduruyor pazarı her hafta. Boş tezgâhlarda yoga dergileri gördüğümüz için bu kadar emin konuşabiliyorum ya da belki onlardan biri de ben olduğum için. Burada da aynı; çay dağıtanlar karşılıyor bizi ama Çatalca’da olduğu gibi hiç çay ısmarlayan tezgahtara denk geldik mi? Hayır. Ayrıca hiç tadına varamadığım tatsız tuzsuz gözlemelerin adedi de 18 lira. Gelelim ürünlere. Organik diye sunulan bu ürünler ne kadar organik? Bununla ilgili ayrı bir yazı yazmak isterim. Ya da pazara gelenlerin ne kadarı gerçekten organik ürün almak istiyor? Sırf köküyle birlikte satılan marulu topraklı diye aldığı gibi tezgaha geri bırakan mı dersiniz ya da domateslerin şekilleri estetik algılarına hitap etmiyor diye mis gibi kokmalarına rağmen yüzüne bakmayan mı? Şu organik makarna ve çerez tezgahını solumuza alıp ilerlediğimizde takip eden bir sonraki tezgahtan limonlarımızı alıyoruz. Arkadan jazz sesleri kulağımızda. İşte Feriköy Organik Pazarı… Perşembeleri gittiğimiz Çatalca Pazarı’nın İbrahim Tatlıses’inden cumartesileri Feriköy’ün Tony Allen’ına… Tuhaf hissediyoruz.
Karnabahar bulduğumuz bir tezgahta durup 3 adet rica ediyoruz. Abla kilosu 13 lira diyor kese kağıdına koyarken. “Yani ne yaptı?” diyorum, 86 lira. Tezgah o kadar kalabalık ki uzattığım 100 lirayı bir süre uzatmaya devam ediyorum. Para üstünü aldıktan sonra ardıma bile bakmadan oradan uzaklaşıyorum. (Heyyy kese kağıtlarında karnabahar taşımak da ölümmüş be. Etrafta bir tane plastik poşet taşıyan yok. Sanırsın dünyayı bu insanlar kurtaracak(!)
Velhasıl bu üç ayrı pazara baktığımda sosyokültürel farklılıklar bir yana işini severek yapan insan sayısı o kadar az ki, pazara gidiyorsanız veya gidecekseniz bence ilk önce bakmanız gereken ürünle ne kadar ilgili oldukları. Halcilerden bahsetmiyorum, çoğu ürünü ne olursa olsun satma peşinde zaten. Bir hafta onlardan almayın ödleri kopar. Oysa işini benimseyen üreticiler için sen ondan almışsın, almamışsın pek umursamazlar. Onlar için önemli olan seslerini duyurabilmek. Bir şeyler anlatabilmek. O yüzden dinlemeyi deneyin. Kendi sağlığınız için de…