Diğer bileşikler gibi sadece biyolojinin konusu olmayan protein, tıpkı içerisinde bulundurduğu amino asit zincirleri gibi politik ve felsefi tartışmalara da bağlıdır. Üretimi, tüketimi ve pazarlanması başlı başına bir yaşam tarzının ve felsefesinin gündemi hâline gelmiştir. Gitgide politize olmasıyla dikkat çeken veganizmin temel ilkelerinin başında, tüketim veya beslenme ihtiyacının hayvanlar ile değil bitkiler ile karşılanması gelmektedir. Bu tüketim anlayışında beslenme boyutu, şüphesiz ki en tartışmalı kısmı oluşturmaktadır. İnsan vücudunun bitkisel veya hayvansal proteine olan ihtiyaçları bir anda ideolojik tartışmaların parçası hâline gelmektedir.
Proteinin neyi simgelediği önemlidir. Kimine göre gücü simgelerken kimine göre de salt ataerkiyi simgeleyerek hayvan refahını hiçe sayan cinsiyetçi bir sömürünün yapı taşıdır. Güç merkezli bu protein anlayışı hayvansal proteini kapsadığı için bitkisel protein bu tartışmaya ancak ihtiyaçları karşılamada yeterli olup olmadığı konusunda dahil edilmektedir. Genellikle tartışmalar et yemeye ya da yememeye indirgenmişken bunun özünde veganist ve sosyal darwinist yaklaşımların çatışması yatmaktadır. Hayvan refahına sonsuz saygı duyulan veganlıkta ve et yemenin yüceltildiği faşizmde de etin simgeledikleri aynıdır. Birisi hayvansal protein tüketmenin vahşilik olduğunu iddia ederken diğeri bu olguya sosyal darwinist bir tutum takınarak elzem gözüyle bakmaktadır.
Ancak günümüzdeki gıda güvensizliği ve krizi hayvansal proteinlere ulaşılmasını zorlaştırıyor. Dünya nüfusunun artışı ile bu ürünlere olan ihtiyacın artması ve üretimin de yavaşlaması, dünya nüfusunun büyük bir kısmının proteine ulaşmasını zorlaştırıyor. ABD ve Avrupa’da proteine ulaşmak daha kolay olduğu için proteinin bahsettiğim simgeselliğini Asya ve Afrika ülkeleri kadar hissetmeyebilirler. Her ne kadar ete ve hayvansal tüketime dair tezlerin geneli bu bölgelerden çıkmışsa da proteinin fiyatından dolayı statü belirleyiciliği Asya ve Afrika’da daha yalındır. Çünkü Asya ve Afrika’da FAO verilerine göre hayvansal protein miktarı düşüktür. Proteine rahatlıkla ve istediği zaman ulaşanlar bu bölgelerde azınlıktır.

Birinci kümede günlük enerji alım miktarı yüksektir. Bu kümede yer alan ülkelerin günlük beslenme kompozisyonunda protein ve yağ tüketim miktarı yüksektir. Kişi başı günlük protein tüketimlerinin %59’unu hayvansal kaynaklı proteinler oluşturmaktadır. Bu grupta yer alan ülkelerin karbonhidrat tüketim payı diğer gruptakilere göre düşüktür. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi artıkça beslenme kompozisyonunda karbonhidratların payı azalmakta, hayvansal kaynaklı protein tüketimi artmaktadır. Türkiye’de nüfusun beslenme yapısı günlük enerji ve protein alımı bakımından gelişmiş ülke ortalamalarına yaklaşırken,
beslenme kompozisyonu bakımından gelişmekte olan ülkelerin sorunlarını
içermektedir. Türkiye’de hayvansal proteinin tüketim miktarı 2. küme ortalamasının da altındadır.
Ülkemizde hayvansal gıdanın üretimi zamanla artmaktadır. Fakat bu artış kümes hayvancılığındaki üretimin artışıyla bağlantılıdır. Artan nüfusun protein ihtiyacı beyaz et ile karşılanmaya çalışılmaktadır.

Yine bu tabloyla birlikte yumurta üretiminde ve tüketiminde de artış vardır. Özellikle ülkemizde ucuz protein arayışı söz konusudur. İnsanlar sosyal medyada et fırlatma, et tokatlama, sağa sola et saçma videoları izlerken protein ihtiyaçlarını kümesten karşılamak için çalışmaktadır. “Her gün patates yemek istemiyoruz” diye sıkı sıkı sarıldıkları sistem onları makarnaya boğmaktadır.
Proteinin hem bireysel hem de toplumsal olarak gücü simgelediğini söyleyebiliriz. Proteine hükmetmenin mi yoksa proteini yeterince tüketmenin mi bu güç simgesini zihnimize kazıdığı tartışılabilir. Ya da Caroll Adams’ın Etin Cinsel Politikası‘nda bahsettiği gibi bu güç içerisinde cinsiyetçi bir sömürüyü taşıyor da olabilir. Bunu da yine insanların hayata bakış açısı belirleyecektir. Çünkü et sadece bir gıda olarak görülseydi geleceğin gıdasını ürettiğini iddia eden Impossible Foods, Beyond Meat, Hampton Creek ve Soylent gibi şirketler bitkisel proteinden et imal etme gereği duyarak eti insanların zihninde temsil ettiği anlamıyla tekrar üretmezdi . Hindistan cevizi yağı, patates ve buğday gibi gıdalar dönüştürülerek hamburgere benzetilmezdi.
Kaynaklar:
Caroll J. Adams – Etin Cinsel Politikası
Betül Gürer- Türkiye’de Hayvansal Ürünlerde Gıda Güvencesinin Analizi
FAO