Köy
Köy ve köylülük üzerine ortaya atılan birçok görüş vardır. Özellikle ekonomik olarak dayandığı temel ile birlikte kültürel boyutları da köylülük kavramının şekillenmesini sağlamıştır. Sosyal bilimlerdeki her kavram gibi karmaşık bir tanıma ve üzerinde dönen tartışmalara sahip olan köylülük, yine farklı bakış açılarının ve ideolojik yönelimlerin kalıplarına sokulmaya çalışılmıştır. Kimilerince kutsanan kimilerince de aşağılanan ve hakaret olarak kullanılan köylülük tarımsal üretimin merkez noktasını temsil eder. Kendine ait zaman ve mekan mefhumu olan, edilgen ve küçük dünyalarıyla insanlık tarihinin kadim bir yerleşim stilini sembolize eden köylülük, günümüzde tekrar tartışılmaya ve hatta yaşanmaya başladı.
Köylülük, Chayanov’a göre kendine özgü bir ekonomik yapıya sahiptir. Bu kendine özgülülük içerisinde kapitalizmdeki rasyonalitenin yerine patriyarkal bir fikir ve düşünce altyapısını barındırır. Bu patriyarkal düzen içinde çiftçi aileler herhangi bir emek piyasasına bağlı değildir. Yani bütün bir ailenin oluşturduğu emeğin karşılığı, saatlik emek ücretiyle değil bütün ailenin toplam ihtiyacı üzerinden hesaplanır. Bunun üzerinden bir hesaplama yapıldığında ise bu ailelerin saatlik ücreti çok düşük rakamlara tekabül eder. İşte bu döngü köylünün kendi kendisini sömürüsüdür. Köylünün kendi kendini sömürmesi aslında kapitalizme karşı gösterilen dirençtir.
Her ne kadar kapitalizme karşı bir dirençten de bahsedilse köylünün ürettiği meta pazara gider. Yani köylü artık pazar için meta üretir. Bu düşük ücrete üretilen metalar pazarı sürekli besler. Bu da kapitalizmin köylülüğün patriyarkal tarzını içselleştirip kendi birikimi için kullanmasına yol açar.

Köylülük ve köy ekonomisi üzerine çalışmalarıyla bilinir.
Göç
Türkiye’de 1980 sonrasında başlayan ekonomide liberalizasyon hareketleri (24 Ocak Kararları) sonucunda ulusal kalkınmacı dönem sona erdi. Bu dönemin sona ermesiyle birlikte Türkiye sanayiye ağırlık vermeye başladı. Turgut Özal artık yaptığı yurt dışı seyahatlerinde yanında iş adamlarını da bulunduruyor ve yerli burjuvaziyi küresel pazara eklemliyordu. Dış ticaretin arttığı ve Türkiye’nin küresel pazara hızlı girişiyle birlikte sanayinin yıllardan beri tarıma yüklediği -dolayısıyla köylünün sırtına- yük azalıyordu. Bu dönemden önce -özellikle cumhuriyetin ilk yıllarında- tarımdan elde edilen artı değer sanayiyi desteklemek için kullanılıyordu. Tarımdaki birikim sanayi için artık önem taşımadığı için iç piyasaya bağlı kalınmıyor ve böylelikle Türkiye gibi ülkeler küresel tarım pazarları ile eklemlenebiliyordu. Bu durum birçok ekonomik ve sosyolojik değişimi beraberinde getirdi. 1950’den itibaren süregelen şehre göç olgusu köylünün çıkış yolu bulamamasıyla birlikte iyice belirgin hâle bürünerek şehirlerde sosyo-ekonomik açıdan yarı köylü yarı şehirli kenar mahalleler oluşmasına sebep oldu. Bu mahalleler gerek estetik algıları gerek tüketim alışkanlıkları ile günümüzün politik ve sosyal yapısını şekillendirdi.

(Fotoğraf: AA)
1980 sonrasında aile emeği kullanan küçük çiftçiler küresel sermaye ile yüz yüze bırakılmışlardır. İleride ise örgütsüz oldukları için geçimlerini sağlayacak toplumsal bir ücreti elde edemeyen darmadağın vaziyetteki emekçilere dönüşmüşlerdir. Bu dönüşüme uluslararası tarım endüstrisi tarafından sermayesi yüksek değerli ürünlerin üretimi için tarımsal altyapıların değiştiği, devlet kurumlarının yeniden şekillenip örgütlendiği ülkelerin uluslararası sermayeye verdiği güvenceler sebep olmuştur. Bu politikaların nihai amacı geleneksel ürünlerin(pamuk,pancar,tütün) yerine katma değeri yüksek ve ucuz işgücüne dayanan tarımsal ürünlerin üretilmesi için gerekli koşulların sağlanmasıdır. Önceki dönemlerde tarımsal ürünlerin taban fiyatları belirlenip köylülerden bu fiyat üzerinden ürün alımı yapılırdı. Bu husus köylünün rahat üretim yapmasını ve pazar aramamasını sağlıyordu. Fakat 1980 sonrasında tarım desteklerinin azalması ve en önemli husus olarak taban fiyatlarının kaldırılmasıyla tarım ürünlerinin serbest piyasaya katılmasının önü açılarak köylü için üretim riski arttırıldı. Devletin aradan çekilmeye başlamasıyla birlikte köylü tedarikçilerle karşı karşıya kaldı. Sermayenin insafına terk edilen köylülerin tüketim alışkanlıklarının da değişmesine paralel olarak ihtiyaçları eskiye oranla artmıştı. (Köylünün tüketim algısını değiştiren en önemli gelişme ise köylere elektrik ulaşımının başlamasıdır). Çünkü köylü ulusal kalkınmacı dönemin sonlarına doğru dahi sadece sömürülecek üreticiler olarak görülmemiş bunun yanında iç pazarın genişletilmesine dayalı stratejiler çerçevesinde aktif tüketici olarak da düşünülmeye başlanmıştır. Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, yoksul köylünün gelir alternatiflerinin fazla olduğu ve modernleşmenin beşiği gibi görülerek cazibe haline getirilen şehre göç etmesi zaruri hale getirildi. Köyden kente göçün ilk halkasını doğal olarak yoksullar oluşturmaktaydı. Geride bırakacakları hemen hemen hiçbir şey yoktu. Bu kesim için şehirlere yapılan göç bir tür hayatta kalma stratejisiydi.
Popülist Söylemde Köy ve Köylülük
1980’de kırsal nüfus toplam nüfusun %56.1’ine denkti. Bu oran 1990’da %41’e düşmüştür. Artık şehirler -özellikle İstanbul- büyük göçlere maruz kalmaktaydı. Çünkü kalkınma kaynakları kentlerde yoğunlaşmıştı. Köyden göç eden kitlelerin şehre gelmesi doğaldı. Köy kökenli nüfus büyük şehirlerde giderek arttı. Burada ilginç olan kısım Avrupa’daki klasik feodalizm sonrası dönemdeki gibi mülksüz köylülerin şehirleri doldurması söz konusu değildi. Çünkü gelen çoğu köylünün köyde halâ toprağı vardı. Bu da köyle tam olarak bağını koparamayan yarı köylü kitlelerin oluşmasına sebep oldu. Bu insanlar şehirdeki gecekondu mahallelerini oluşturarak şehir hayatına adapte olmak yerine dayanışmacı kimliklerini kullanarak kendilerine şehrin içinde küçük köyler oluşturdular. Köyden gelmeden önce her türlü toplumsal dönüşümün ve gündelik siyasetin ilk hedefini oluşturan köylüler, şehirde de yine gündelik siyasetin en kolay etkilediği kesime dönüştü.
Finansal liberalizasyon sonrasında köylünün imtiyazlarına sekte vuran devletin siyaset dilinde özellikle 1990 yılından itibaren köylülük popülist söylemin ayrılmaz parçası olarak yüceltilmeye başlandı. Nüfusun %41’i hâlâ kırsaldaydı ve seçim sisteminde sandalye sayısı açısından kırsal, şehirden daha stratejik öneme sahip olabiliyordu. Bu nedenle siyasetçiler arasında tekrar köylüye destek yarışı başladı. Seçim meydanlarındaki vaatler genellikle köylü için üretim desteğine yönelikti. Önemli kısmı hayata geçirilen vaatler neticesinde köyden kente göç oranında ciddi bir azalma oldu. 1990’da %41 olan kırsal nüfus, 2000 yılına gelindiğinde ancak %5 düşmüş ve %36’ya inmişti. Bu on yıldaki göçlerin de önemli kısmını doğu ve güneydoğudan şehre olan zorunlu göçler oluşturuyordu. Bölgedeki çatışmalar ve istikrarsızlıklar insanları köylerinden ediyor ve kentler bu göçlerle birlikte çok daha kozmopolit mekanlara dönüşüyordu.
1990 ve 2000 yılları arasında özellikle IMF ve Dünya Ticaret Örgütü gibi küresel sermayenin temsilcileri, Türkiye’ye tarım politikalarını değiştirmek için baskı yapmaya başladı. Küresel tarım endüstrisine geç adapte olan Türkiye’de ekonomik sıkıntılar bitmiyordu. Enflasyonun sebebi olarak görülen tarım destekleri, 1990 sonrasında tekrar artmıştı. Destek kapsamındaki ürün sayısı artış göstermişti. Serbest piyasa ekonomisine tam olarak geçemeyen, ithal ikameci politikalardan da tam olarak kopamayan bir ülke görünümünde olan Türkiye’de 2001 krizi sonrası alınan kararlarla tarım politikaları değişmeye başlamış ve devlet artık çiftçiye yaptığı tarımsal destek oranlarını enflasyon oranının üzerine çıkarmama kararı almıştı. Bununla birlikte gübre ve tarım ilaçlarında sübvansiyon ve tarım kredilerinde faiz indirimi kaldırılmış, tarımdaki KİT ve ürün alıcı kurumlara mali kısıtlamalar getirilmişti. Ayrıca çiftçiye doğrudan gelir desteğine hız verilmeye başlanarak tıpkı AB ülkelerinde olduğu gibi tarımsal desteklerin yerini doğrudan gelir desteğinin alması amaçlanmıştı.
2006 yılı Nisan ayı itibariyle çıkarılan yeni tarım kanunuyla birlikte çiftçilere yönelik doğrudan gelir desteği(2008’de sonlandırıldı), prim ödemeleri, tütün ve fındık yerine ekilen alternatif ürünlerin desteklenmesi ve destekleme alımları ile birlikte çiftçiye ucuz mazot desteği şeklinde bir dizi uygulamalar söz konusu oldu.
re-peasantization (Yeniden Köylüleşme)
Buraya kadar tarımın Türkiye’deki göç olgusunun üzerinde ne denli etkili olduğunu istatistiklerle birlikte incelemeye çalıştık. 2008 yılından sonra küresel krizden etkilenen ülkelerde görülen ve birçok boyutu olan yeniden köye dönüş söz konusu oldu. Özellikle krizin etkilerinin en belirgin olduğu Yunanistan, İspanya ve Portekiz gibi ülkelerde başlayan bu “re-peasantization” süreci, tarımsal üretim tipinden ürün tedarik zincirine ve hatta ekolojik birçok değişime sebep olmaya başladı. 2008 öncesinde Latin Amerika’nın ve Afrika’nın gelişmekte olan ülkelerinde ortaya çıkan yeniden köylüleşme olgusu, krizin ardından diğer Avrupa ülkelerine oranla daha kırılgan ekonomiye sahip Avrupa ülkelerinde de ortaya çıktı. Bu ülkelerde köye dönüş yapan insanlar, genellikle “beyaz yakalı” diye tabir edilen kesimdir. Sosyolojik olarak karşılığı olmayan bu beyaz yakalı tabirini şehirde yaşayan orta gelirli ve eğitimli kişiler olarak tanımlayabiliriz. Türkiye’de de yeniden köylüleşmeden söz edilecekse bu kesimin etkisi incelenmelidir. Daha önce değindiğimiz köyle bağını koparamamış, köyde halâ toprağa sahip olan insanların emekli olduktan sonra şehir yaşamından bunalıp tekrar köye dönmesi yeniden köylüleşmeyle doğrudan ilişkili değildir. Emeklilik sonrasında köyündeki toprağına ve evine dönüş yapanlar, köylerini şehirlerin altyapısına ve konforuna yaklaşması sonucunda şehir kalabalığından bir kaçış noktası olarak görüyor. Ayrıca bu insanlar Türkiye’nin her bölgesine dönüş yapabiliyor. Özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi kozmopolit şehirlerde yaşayanlar Türkiye’nin her bölgesinden gelen insanlar olduğu için köylerine dönüşleri de her bölgeye dağılmaktadır. Fakat ülkemizde re-peasantization daha çok Batı Anadolu bölgesinde yoğunlaşmaktadır. Bunun birçok sebebi vardır. Özellikle Akdeniz ve Ege’de kış mevsiminin daha kısa sürmesi, yerlilerin yeni gelen insanlara karşı daha ılımlı tavır alması, merkez diye algılanan büyük şehirlere yakınlık gibi etmenler bu bölgeyi cazip kılıyor.
Yazının başında köyün ve köylünün günümüzde kapitalizme karşı bir direnç noktası oluşturmasa da pazarın dışında daha patriyarkal bir anlayışla yaşamını ve üretimini idame ettirmesinin kapitalizm karşısında kaçış alanı izlenimi vermesini açıkladık. İşte bu izlenim, günümüzde şehirde doğmuş ve şehirde büyümüş eğitimli kişilere iş hayatının karmaşıklığından ve suni dengelerinden uzaklaşmalarının mümkün olabileceğini hissettiriyor. Fakat yeniden köylüleşme daha çok üretimin ya da pazarın değiştirilmesi bağlamında değerlendirilmelidir. Yani bu olgu, tüm kapitalist üretim aşamalarından kaçış değil kapitalist pazarın farklı bir üretim alanına geçiştir. Yeniden köylüleşenler genel olarak tarımla ilgilendikleri ve tarımsal üretim aşamalarının herhangi bir noktasında oldukları için pazarla da iç içe geçmiş durumdadır. Şehirle bağlarını koparmadıkları için pazarlama boyutunda son derece başarılıdır. Özellikle “butik tarım” olarak nitelenen bu tarımsal anlayış günümüzde büyük şehirlerdeki rafine şef restoranlarına ürün tedarik ederek pazarın en prestijli noktalarına göz kırpmaktadır.
Özellikle eğitimli ve sürekli araştıran bu üreticiler köylerde ya da daha genel tabirle kırsal alanlarda organik ve ekolojik duyarlılık da oluşturmayı amaçlıyor. Bu kaygıları da bu kişiler tarafından üretilen tarımsal ürünleri güvenilirlik sağlayarak pazarda ayrı bir değer haline getirebiliyor(organik pazar örneği).
Sonuç Olarak
Geçmişten beri gıdanın etrafında şekillenen göç hareketliliği günümüzde de yine gıdanın merkezde olduğu bir yol izlemektedir. Tarım politikalarının değişimiyle ve kalkınma kaynaklarının şehirlerde yoğunlaşmasıyla başlayan köyden şehre göç, şimdilerde tersine dönmüş durumdadır. Şehirlerin çeşitli siyasi faktörlerle git gide kalabalıklaşması ve bunun sonucunda ucuz iş gücü ortamının doğarak kalkınma kaynaklarının daralması, günlük yaşam standartlarının düşmesi ve şehir yaşamının maliyetinin artması gibi etkiler kentten köye yapılan göçlerin ana sebepleridir. Finansal liberalizasyon hamleleri ile birlikte şişirilen şehirler, yeniden köye göçenler için kapitalist üretim tarzının en somut yansıması olarak görülüp kaçılacak yerler olarak algılanmaktadır. Bunlara son bir yılda ortaya çıkan covid-19 salgını da eklenince kırsala olan rağbet gitgide artacaktır(İstanbul’a yakın kırsal bölgelerdeki tarla fiyatlarının pandemi ile birlikte hızla yükselmesi, talebin boyutlarını göstermesi açısından önemlidir).
Özellikle ülkemizde Ege ve Akdeniz’de yoğunlaşan “beyaz yakalı tarımcılar” büyük şehirlerdeki bağlantıları ve sosyal medya aracılığıyla hem restoran zincirleri için hem de marka değeri yüksek rafine restoranlar için üretim yapıyorlar. Zeytin, zeytinyağı, domates, kuşkonmaz, havuç, kuzu kulağı, üzüm, incir gibi gıdalar bu üreticilerden karşılanmaya başlanmıştır. Bu üreticilerin ekolojik bilinçlerinin ve farkındalıklarının yüksek oluşu ürünlerine de yansımakta ve ürünler için bir artı değer daha oluşturmaktadır. Bu boyutuyla da yeniden köylüleşme olgusu, kapitalist üretim döngüsünden bir kaçışı ya da bu üretim döngüsüne karşı gösterilen direnci değil üretim aşamalarında farklı bir pozisyona geçişi içerir.
Kaynaklar
Boratav, Korkut- Türkiye İktisat Tarihi (1908-2002)
Aydın, Zülküf- Çağdaş Tarım Sorunu ve Yeni Köylülük
Keyder, Çağlar – Yenal, Zafer – Bildiğimiz Tarımın Sonu Küresel İktidar ve Köylülük
Baker, Ulus- Siyasal Dilde Huzur Söylemi-İslam’da Huzur, Söylem ve Kanaat
https://www.foodtime.com.tr/roportaj/tarimin-ana-diregi-elibelinde-r121.html