“Habeşler tanrıların kara ve basık burunlu, Trakyalılar ise mavi gözlü ve kızıl saçlı olduklarını söylerler.”
– Ksenofanes
Anlam aramak ve hayata birtakım anlamlar yüklemek; yaşamı daha açıklayıcı kılmaya, insan zihninin idrak etmekte zorlandığı bu kaotik evrenin ve doğanın daha anlaşılabilir olmasını sağlamaya, varoluşumuzun sebebini açıklığa kavuşturmaya çalışarak geçmişte ve günümüzde de sürekli kurcalanan, dönemin elverdiği şartlar ile farklı yaklaşımlarla bastırılan düşünsel bir eylemdir.
İlk uygarlıklarda da bilinmez ve anlaşılamaz olan durumların açıklığa kavuşturulması (varoluşlarının sebepleri, şimşek çakması, volkan patlaması) için kendi kontrollerinin dışında cereyan eden tüm fiziksel olayları bir güce ve kendilerinden daha üstün varlıklara dayandırarak bu dayandırma üzerinden ahlak kurallarını aktaran, değerlerini yücelten, düzen içinde yaşamalarını sağlayan ve yaratılışlarını anlatan, çeşitli efsaneler ve mitler oluşturulmuştur.
Azteklerin yaratılış efsanesine göre, insan beş devrede yaratılmış ve her kuşak bir önceki kuşağa göre daha da gelişmiştir. Üçüncü ve dördüncü yaratılışta başlıca besinleri teosinte -mısır bitkisinin atası- olmuştur. Beşinci aşamaya gelindiğinde, ana besinleri teosintenin yerini mısır almıştır. Son aşamadan sonra tamamen gelişen ve büyüyen insan, neslini devam ettirerek dünyaya yerleşmiştir.
Mayaların kutsal kitabı Popol Vuh’taki yaratılış efsanesinin naklettiğine göre ise dünyayı ve canlıları yaratan Tanrılar, kendilerini övmesini ve sevmesini istedikleri canlıyı yaratmamış olduklarını fark ederek işe koyulmuştur. İlk denemelerinde çamurdan yaratıklar yapmışlar. Bunlar görmekte zorluk çeken, hareket kabiliyetleri yetersiz olan ve konuştuklarında anlamsız sesler çıkaran yaratıklarmış ve bu nedenle suyun etkisiyle yok olmuşlar. İkinci denemede odunu kullanarak yarattıkları mahluk; iki ayak üzerinde durabiliyor olmasına rağmen yabani hayvanları taklit ederek dört ayak üzerinde hareket etmeye başlayan, kan, ruh ve zihinden yoksun olması sebebiyle tanrılarının buyruklarını yerine getirememiştir. Tanrılar bunların bir kısmını yok etmiş, sağ kalanlar da maymuna evrilmiştir. Üçüncü ve son denemelerinde hammaddesi mısır olan ve kendilerine hürmet göstererek, biat edecek olan insanı yaratmayı başarmışlar.
“Sarı ve beyaz mısırı öğüterek Xmucane dokuz içecek hazırladı ve yaratıcılar bu içeceklerden insanın gücü ve kuvvetini oluşturdu. Bu sıvıdan insanın bedeni ve kaslarını yaptılar. Yaratıcı Tepeu ile Gucumatz insanı işte böyle yarattı. Ardından ilk anne ve babamızı nasıl yaratacakları üzerine konuştular. Sarı ve Beyaz mısır koçanlarından bedenlerini, kolların, bacaklarını yaptılar. İşte ilk atalarımız, ilk dört insan yalnızca mısır koçanlarından böyle yaratıldı.”
İnkaların efsanesine göre, yabani bir hayvan gibi yaşayan insanı medenileştirmek için Güneş Tanrısı İnti tarafından oğlu Manco Capac ve kızı Mama Ocllo’yu onların yanına göndermiş. İnti toprağın bereketini ve mısır yetişirilmesi için uygun yeri bulabilmesi için oğluna altın bir değnek vermiş. Değnek sayesinde uygun alanı bulan Manco Capac, insanlara çiftçiliği ve sulamayı öğretirken Mama Ocllo’da iplik eğirmeyi ve örgü örmeyi öğretmiş.
Çin efsanelerinden birinde ise açlıktan kırılan bir halkın kurtuluşu aktarılmıştır. Efsaneye göre kıtlığın eşiğinde olan insanlara acıyan Tanrıça Guan Yin, göğsünü sıkmış ve çıkan sütü boş çeltik tarlalarına akıtarak pirinci yetiştirmiş. Biraz daha göğsünü sıkarak kan ve süt karışımı çıkan sıvıyı da bitkilerin içine doldurmasıyla kırmızı ve beyaz pirinci yaratmış ki bu da kırmızı pirincin sebebinin açıklanmasını sağlamıştır.
Endonezya ve Hindiçin adaları boyunca yaşayanlar ise pirinci zarif erdemli bakire bir kız olarak resmederlermiş. Endonezya yöresinde ki bir efsaneye göre de, pirinç tanrıçası Sri, insanları açlığa karşı koruyan bir yeryüzü tanrıçasıdır. Şehvet düşkünü Kral Tanrı Batara Guru’dan korunması için diğer tanrılar tarafından öldürülür. Sri’nin bedeni toprağa gömüldüğünde gözlerinde pirinç filizlenmeye ve göğsünde mumsu pirinç yeşerip büyümeye başlar. Sonrasında vicdan azabı yaşayan Kral Batara Guru, ekip biçmeleri için bu ürünleri insanlığa bahşederek medenileşmelerini sağlar.
Sonuç:
İnsanın tohumun sihirli ve mistik gücünü fark etmesi ile tarım ve çiftçilik yapmaya başlanmasına, yerleşik yaşamın tam olarak benimsenmesine, depolanabilir besinlerin üretiminin çoğalmasıyla da artan nüfus ile karmaşıklaşan toplulukların organize olarak farklı iş kollarına ihtiyaç duymasına ve bu sayede büyük uygarlıkların kurulmasına sebebiyet vermesi insanın besinle arasındaki sıkı ilişkiyi daha anlaşılabilir hale getirir.
Besinin ayrıca geçmişte verilen kararlar ve toplumun yaşantısı üzerinde ki etkisi yadsınamaz. Uygun iklim koşullarının ve toprağın verimli olduğu coğrafyalara göç edilmesinde, kültürün oluşumunda, ritüellerde, geleneklerin yaratılmasındaki belirleyiciliği ile yaratılış efsanelerindeki bu başat rolü de şaşırılmayacak bir olgudur.
Kaynaklar:
-Tom Standage, İnsanlığın Yeme Tarihi
–Popol Vuh
İllüstrasyon: Beáta Hechtová